Sayfalar

26 Eylül 2011 Pazartesi

Şeytan Yemini

Şeytan Yemini-Jean Christophe Grange

Birbirinin benzeri cinayetler işlenmektedir. Bu cinayetlerin ortak noktaları, katillerinin öldükten sonra   hayata döndürülmüş ve uzun süre komada kalmış insanlar olmasıdır. Öldürülen kişiler de, onların komaya girmesine sebep olan kişilerdir. Bir tür intikam cinayetleridir bunlar. Ancak bu kişiler gerçekten katil midir? Yoksa sadece verilen emirleri uygulayan birer piyon mudurlar? Avrupa’nın birbirinden uzak kentlerinde işlenen bu cinayetler nasıl bu denli benzerlik içermektedir? Yoksa katil tek bir kişi midir? Kendini şeytanın yerine koyan, kendini şeytan sanan biri. Belki de şeytan gerçekten yeryüzüne inmiştir.


Kahramanımız Mathieu Durey, din eğitimi almış, koyu bir Katolik, kendisi gibi polis olan yakın arkadaşı Luc'un şüpheli intihar girişimi ile onun yarın bıraktığı soruşturmayı devam ettirir. Bol bilinmeyen, cinayet içeren, Tanrı-Şeytan ilişkisinin hep ön planda olduğu, bolca isim ve şehir barındıran, anlatılan yere haritasız gitmenizi sağlayacak kadar detaylı anlatılan yol tarifleriyle sürükleyici bir kitap.
Sadece 1-2 defa gecen isim ve şehirleri sadece ilk harflerini okumakla yetindiğim, esas adamın açlıktan ölmesinin an meselesi olduğunu düşündüğüm, her gittiği yerde hemen bir araç kiralayan (ısrarla Audi) ve birçoğunu kullanılamayacak hale getiren , bu kadar parayı nerede taşıdığını bir türlü kestiremediğim adamımız, ve o gece gündüz demeden  koyu kahvesini yudumlayıp Camel'ini içerken "benim midemin" ağrıdığı okuma süreci...
Daha önce Kızıl Nehirleri okumuştum ve Şeytan Yeminini onun kadar beğenmedim..
 Bu kitapta sanki havada kalan yerler oldu.Özellikle gereksiz dini öğeler (İtiraf ediyorum Kutsal Meclis kadar boğucu değildi) ve gittiği heryeri bir tur rehberi edasıyla tarif eden Dureyn zaman zaman sıkıcı oldu.
Ama habire dolaşan ve araştıran esas adam   biraz nevrinizi döndürse de okumaya değer, hikaye netleşince daha rahat uyudum itiraf edeyim:)...(Yanlız Doğan Kitap'tan yayınlanan kitapları elime ilk alınca dergi okuyormuş gibi hissediyorum, alışınca da diğer kitaplar bi garip geliyor!Şunu ortasını bulsak??)

Ve sırada Kinyas ve Kayra var, lülünün gündüz uykusu sayesinde başladım bile...Beklediğim gibi farklı bir dili var, şimdiden sevdim gibi:)


Ve kapanış Lülüden incilerle;
-Anneeee!
-Efendim kızım?
-Ama ben dirseğimi öpemiyoruum! (dirseğini çarpan ve acil müdahele şekli acıyan yeri öpmek olan kızımın çaresizliği..:)

-Anneee!
-Efendiim?
-Ama ben ağzımı göremiyorum!!(ağzını iyi silip silemediğini kontrol etmek isteyen Lülü..:)
 (Ve "ama ben görüyorum" diyerek Lülüyü kızdıran bir baba...)

Vücudumuzu tanıma aşamasını tamamladığımızı sanıyordum, meğer daha zorlu bir aşamaya geçiyormuşuz:)