Sayfalar

8 Ekim 2015 Perşembe

İstanbul Kırmızısı


 İki farklı karakterin gözünden arşınlıyoruz eski/yeni İstanbul'u. Bir tarafta kendi yaşamından kesitlerle Ferzan, diğer tarafta da hayatında köklü değişiklikler meydana gelen Anna, sürpriz kesişimler...
Kitabı okumak ile bir Ferzan Özpetek filmi izlemek arasında tek fark; karakterleri fiziken zihninizde kendiniz canlandırıyor oluşunuz ki Ferzan da buna da gerek yok.
Sonbahara yakışan bir hikayeyi filmlerden aldığınız zevkle okuyacağınızı garanti edebilirim.
 

6 Ekim 2015 Salı

Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu

Haruki Murakami son dönemlerde en merak ettiğim yazarlardan. Birkaç kitabını edinsem de bir türlü okumaya başlayamadım. Öyle bir çırpıda okunabileceği konusunda da (nedense) endişelerim vardı. Geçen senelerde Yaban Koyununun İzinde'ye ucundan kıyısından başlamıştım ama tatile uygun bir kitap olmadığına karar verip koyunu da izlemeyi bırakmıştım :)
 
Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu ilk Murakami kitabım olarak kayıtlara geçsin...
 
 
 
 
Spoiler içermez (hoş içerse de kitaba başladığınızda size hiçbir ışık tutmaz :) )
 
Sabah eşim okuduğum kitabın nasıl olduğunu sordu ve ben tek kelimeyle kitabı özetleyiverdim 'garip'. Evet garip bir kitaptı...
Kitap hakkında az çok fikir sahibi olanların da bildiği gibi olaylar iki paralel dünyada geçiyor; Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu. İsmini öğrenme şerefine nail olamadığımız ana karakterlerimizin ağzından yaşananları dinliyoruz; bir tarafta sistemle, fabrikayla, karanlık karaları ile boğuşan bir hesapçı; diğer yanda eski rüyaları okumakla görevlendirilen, yeni geldiği şehri ve insanları tanımaya çalışan bir rüya okuyucusu var. Her iki dünyayı birbirine bağlayan küçük detaylar ile olaylar gizem/heyecan kazanıyor.
 
 
 
Haşlanmış Harikalar Diyarı meraklı gözlerle okuduğum, belirli kısımları zihnimde netleştiremediğim, okuru çokça iç hesaplaşmaya iten kısımlardan oluşuyordu.
Dünyanın sonu bende direkt distopik bir hikaye intibası bıraktı. Bulutların ardından çıkamayan bir güneş, etrafı göstermeyen surlar, umutsuz tekboynuzlar, duygusuz insanlar canlandı gözümde.
Sadece gölgeyi üçboyutlu düşünmekte, insani özellikler yüklemekte zorlandım. Bunca karamsar ifadeye rağmen ilginç bir şekilde Dünyanın Sonu'nu daha hevesle okudum.
Murakami'nin farklı bir mizah anlayışı olduğunu kabul etmeliyim, beklenmedik anlarda gelen hoş tespitler/benzetmeler vardı.
 
"Garson gelerek saray doktorunun veliaht prensin çıkan omzunu yerine takması gibi abartılı hareketlerle şarabın tıpasını çıkarıp, kadehlerimizi doldurdu."
 
Kitabın sonuna kadar bekleyip de bulamadığım tek nokta sürprizdi. Yani kahramanımız 'kalkıp işe gidip, dönüşte ejderhalarla savaşıp akşama da makarna yiyeceğim' diyorsa hiçbir aksaklık/farklılık olmaksızın dediklerini yapmış olarak dönüyordu. Olaylar sırasında beklenmeyen, planları bozan bir şeyler olmuyordu. Tamam yaşananlar başlı başına olağan dışı ama ben hep bir köşeden aniden çıkacak, damdan düşecek olaylar beklemekten kendimi alamadım...
 
Murakami benim için farklı bir deneyim oldu. Araya farklı kitaplar alıp sonrasında yeni bir kitabını okumak istiyorum (1Q84 dışında tabi, beni biraz ürkütüyor onun hacmi ;) )
Bu süreçte Murakami'ye dair önerilerinizi beklerim.

4 Ekim 2015 Pazar

Duru



 


 
 
Evde; her gün yeni bir şeyler keşfeden, diş sıkıntısı olmadığı sürece mutlu mutlu dolaşan, kalabalık seven, kırmızı ışıkta yandaki asık suratlı amcalara bile türlü maymunluklar yaparak el sallatan, gülümseten, bebekle oynamayı öğrenen, bir bebeğine mama yedirip bir kendi yiyen, 'hoppaa' gidebilmek için evin kapısını tırmalayan, oda oda Eylül arayan, mütemadiyen bir şeyler yemek isteyen, 'uuu' diyerek su veya süt isteyen, fotoğrafları uzun uzun inceleyen, ablasının kitaplarına dadanan, yastığın üzerine çıkarak yetiştiği kitapları sırasıyla inceleyen-yırtan-yiyen, geceleri hala annesini uyutmayan bir MUTLULUK SEBEBİMİZ var :)