Sayfalar

31 Aralık 2015 Perşembe

2015 Biterken...


 2015'e şu boyutlarda bir Duru ile girmiştik, oturduğu yerde destek olmazsa yıkılan, sebze püresiyle yeni tanışmış, kolikten henüz kurtulmuş...
Yediğimize içtiğimize karışmaz, verileni yerdi...

 
 2016'ya ruh halini birebir yüzüne yansıtabilmiş yukarıdaki Duru ile gireceğiz inşallah. Artık bıraktığımız yerden çook uzakta bulabildiğimiz, mütemadiyen tepelere tırmanmaya çalışan, evin diğer fertlerine fırça atan, tv'de sürekli molfix reklamı ve Muppet Show görmek isteyen, duvarlara post modern resimler çizen, sandalyeyi tezgaha dayayıp yiyecek neler var diye aranan, sabahları mutlu uyanan bir Duru ile :)
 
Mutfağa girdiğinde ilk odaklandığı şey ekmek oluyor. Evimizin Hüsmen Ağası...
 
Artık bebeğine kitabı kendisi okuyor; hikaye çok sıkıcı sadece mama ve babaanneden oluşuyor ama onlar halinden memnun :)
 Normal oyun saatlerinde inişli-çıkışlı bir oyun düzenleri var. İşin içinde girilmemesi gereken bir oda/alınmaması gereken bir obje/yapılması gereken ev ödevleri varsa aralarından su sızmıyor...Ama 'biraz oynayın da ben dinleneyim/odanıza gidin de şu filmi bitirelim' denildiyse birden bir husumet patlak veriyor!!!
En sevimli halleri sabah Duru'nun uyanıp doğru ablasının yatağına gitmesi, kedi yavrusu halleri :

 Evimizin atarlı ablası/erken ergeni itiraz etmek için her gün yeni nedenler bulabiliyor, 'ama bu haksızlık' cümlesini hiç tanımadığı Calimero'dan devralmış, evin içinde dolanmakta. Ona yumurta şeklinde bir şapka örmeyi planlıyorum...
Okulu seviyor ama adını şimdi hatırlayamadığım ve 'Öğrenciler olmasa okulları ne güzel idare ederdim' diyen zamanın Milli Eğitim Bakanı ile  benzer düşüncelere sahip; keşke hiç ödev olmasa...

Mesela bu pozun ardından bir sokak lambası bulup altına oturmuş, beni yalnız bırakın diye bağırmıştı. Devlet Baba bu işe bir el atsa da 'ergenliği' kaldırsa ya!!!
 
 2015 gezi/tatil/piknikler açısından nispeten zengin bir yıl oldu, Duru'nun biraz büyümesiyle eski tempomuza dönebildik ama bu sene sınırları biraz genişletmekte fayda var :)


 Belki kalabalık bol çocuklu bir grupla kamp yapabiliriz...(inşallah)

 Yaz tatilini bir kamp alanına kaydırabiliriz...(inşallah)

Arabayla çıkılan kısa gezileri sırtımızda çantamızla, yürüyerek yapılanlara dönüştürebiliriz...(İnşallah)
 
2015'te yaptığım en akıllıca şeylerden birisi evdeki kitaplık ve sahpaları boyamak oldu. Hala bakıp bakıp 'iyi ki boyamışım di mi?' diyorum, ev ferahladı resmen. Gerçi diğer aile fertleri bu konuyu benim kadar tekrarlama taraftarı değiller ama olsun, ev ferahladı canım... :)
 

2015'in bir diğer doğru adımı da bir topluluğa doğru atılanıydı. Ne güzel insanlar ve kitaplar kazandırdı/kazandırıyor bana ....
Okuduğumuz kitaplar içinde Eylül en çok Miguel'den etkilendi. Okuduğumuz ilk uzun soluklu hikayeydi. Sonra Matilda'yı çok sevdi, ödevlerini yaparken 'Atilla'yı hep 'Atilda' diye yazdı :))
 
Ve ben...
Daha çok ailem için zaman harcadığım, çocuksuz yapılabilen aktiviteleri (neredeyse) unuttuğum bir yıl geçirdim. Yenisinden bana ait daha fazla zaman getirmesini rica ediyorum...
2015 annelik yolunda yeni deneyimler edindiğim, zaman zaman sabrıma şaşırdığım, zaman zaman bir iki saniye içinde çileden çıkabildiğim, evet evet tek çocuk hiç çocukmuş anladık!!! dedirten bir yıl oldu...Yeni yılda annelik ile ilgili  bildiğim yerlerden sınav olmak istiyorum...
2016'ya da Noel Baba'yı kıskandıracak kadar göbekli giriyorum :) Meslek değiştirmeyi düşünmediğimden azıcık az yemeyi düşünsem olacak. Yeni yıl anladın sen onu...
Yine okumadığım kitapları bitirmek yerine yenilerini aldım, kesmedi evdekileri bırakıp kütüphaneden almaya başladım. Yeni yılda bir düzenleme yapıp, okunamayan kitapları bir araya toplayabilmeyi, bir ucundan okumaya başlayabilmeyi umuyorum...
Mesela evde kendime ait bir okuma köşem olsa, yanımda şöyle yuvarlak beyaz bir lambader olsa. Yeni yıl köşeyi ben hallederim, sen lambayı ayarla ;)
Bahçeli ev dileğim baki...Detaylara girmiyorum...
 
Tüm bunlar bir yana ben 2016 yılından daha çok sağlık, adalet ve barış bekliyorum. İnsanların çıkar savaşları yüzünden çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın istiyorum. İnsanlarda çevre bilinci gelişsin, insanlar düşünebildiklerini daha sık hatırlasınlar istiyorum. Adalet dediğimiz ve artık ütopik bir ifadeye dönüşen olgunun yeniden uygulanabilir olmasını, insanların güvenebileceği tek adaletin 'İlahi adalet' olarak kalmamasını istiyorum.
 
2015'i aratmayacak, mutlu bir yıl diliyorum...

Daha

Kütüphaneden
Uzun bir aradan sonra Hakan Günday okumaya devam...
Daha; Günday severler için yine bol girdaplı, sürükleyici bir kitapken ilk kez okuyacak olanları tahriş edebilecek bir hikaye...
Kitap yayımlanmasının üzerinden iki yıl geçmesine rağmen; hemen her gün bir mülteci teknesinin haberlere taşındığı, metrekareye üç suriyelinin düştüğü ülkemin üstlendiği köprü vazifesini çok net yer yer de karlı görüntülerle anlatmış.
 
 
"Aşık olmanın avlanmaktan pek bir farkı yoktu aslında. Hatta dünyanın ilk leopar desenli giysisini üreten adam da böyle düşünmüş olmalıydı. Aşk, avlanmakla ilgiliydi, yoksa hangi kadın bir hayvan gibi görünmek isterdi?"
 
"Diyor ya Aşık Veysel 'iki kapılı bir han' diye. Ondan cereyan yapıyor bu hayat! Onun için üşüyorum hep. Gideyim de kapatayım birini!"
 
"Kısırdöngü asla yok olmaz. Sadece genişler, sonra da kendisini unutturur. Niye? Çünkü döngü dediğin, bildiğin daire. Üstünde tam tur atmak o kadar uzun sürer ki, aynı noktadan ikinci kez geçtiğini anlayamazsın bile. Hatta bazen, kısırdöngü öyle bir genişler ki başladığın yere dönmeye ömrün bile yetmez. İnsan da , kör bir at gibi koşturur üstünde. Düz gittiğini zanneder. İlerlediğini. Hatta ilerlerken öldüğünü düşünüp son nefesini bile huzurla verir! Ama kör olmak şart, tabii! Yoksa anlarsın aynı yerde dönüp dolaştığını. Onun için yaşlıların gözleri bozulur, anlıyor musun? Aynı yerden tekrar geçtiklerini anlamasınlar diye. Kısırdöngüye karşı doğal bir savunmadır aslında, körleşme. Mekanik bir tepkidir yani! Hayatın kendisi gibi..."
 
"Ne de olsa, memuriyet bir hayatta kalma sanatıydı. Memurlar, daima hayatta kalacak ve kıyametin resmiyet kazanmasını sağlayacak olanlardı. Yalnız tek sorunları, bütün tırnakları ve bordrolarıyla tutundukları o hayatla ne yapacakları  hakkında hiçbir fikirlerinin olmamasıydı. Çünkü konuyla ilgili bir yönetmelik yayımlanmamıştı."
 
Kütüphaneden kitap seçerken zamanım dar, sistem arızalıydı. Sorgulama yapamadan önüme çıkan iki kitabı seçtim; Daha ve Dönüş (Ayşe Kulin). Daha'ya başlamadan internette spoilerlara takılmadan şöyle bir gezindim, bir ekşisözlük yazarının Hakan Günday için söylediklerine epeyce güldüm;
 
"Yerli yazarlar içinde önemli bir yeri olduğunu düşündüğüm adamdır. Ha size Ayşe Kulin'ler müstahak o ayrı". 'Ekşiyazar'ımız ikizleri düşünmeden yazmış olmalı :)
 
 
 
 
 

30 Aralık 2015 Çarşamba

Kitaplarla 2015

Kitaplarla bir 2015 değerlendirmesi yapmak istedim...
Yılın 2/3 sini evde bir bebekle geçirdiğim için okuyabildiğim kitap sayısı önceki yıllara göre azaldı. İşe dönüşümle kendime daha çok zaman ayırıp birazcık arayı kapattım. Bakalım  öne çıkan kitaplar
hangileri;

2015'te
  • En sürükleyici/beğenilen kitap Marslı . Oldukça eğlenceliydi, Watney adamımdı :)
 
  • En sıkıcı/bitse de kurtulsam dedirten kitap Çıkış Yok . Kitap okuru dert sahibi yapıyor hatta zaman zaman uzaktakileri de etkileyebiliyor :) (Esra ve Ülkü'ye sevgilerimle )



  • En etkileyici hikayeye sahip kitap(lar)
 Kurtlara Söyle Eve Döndüm . Oldukça naif bir kitaptı...

İstanbul Kırmızısı

  • O kadar popüler olmasının bir nedeni varmış dedirten kitap(lar) ;
Hayvan Çiftliği
 
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
 
 
 
  • O kadar popüler olacak bir tarafı yokmuş dedirten kitap Trendeki Kız      
 
  • İz bırakan biyografi(ler)



 
 

  • Çocuklar için yazılmış olsalar da bana göre birer distopik kitap olanlar
Momo-Michael Ende
Filler Sultanı ve Kırmızı Sakallı Topal Karınca-Yaşar Kemal
  • En sevimli kahramana sahip kitap Matilda
 
  • İşte bu adamı çok seviyorum dedirten kitap(lar)


Daha
 
  • Ve yılın yarım bırakılanı, hayal kırıklığı Kafamda Bir Tuhaflık-Orhan Pamuk ...
 Ve çokça çocuk kitabı var okunan :)
 

Bool kitaplı bir 2016 olsun...




25 Aralık 2015 Cuma

Sırça Fanus

Kütüphaneden
 
Sırça Fanus okuduğum tavsiyeler üzerine listeme eklediğim, kendisi ve yazarı hakkındaki bilgileri kitap elime geçince öğrenme şansı bulduğum, yayımlandığı günden bu yana üzerine çokça konuşulan bir kitap.
 
(Spoiler içermez)
Sylvia Plath; hayatını manik-depresif bozukluk içinde geçiren, küçük yaşlarda şiir yazmaya başlayan, farklı dergilerde editörlük yapan, üniversitelerde tezler hazırlayan, meslektaşları tarafından oldukça başarılı bulunan bir İngilizce öğretmeni, yazardır.
Plath "Yaşamımın büyük bir bölümünü sanki bir sırça fanusun içindeki yoğunluğu azaltılmış havada geçirişim oldukça şaşırtıcı" derken, arkadaşlarına göre "Sanki Sylvia yaşamın kendisine gelmesini beklemiyor, onu karşılamak için öne atılıyor, herşeyi gerçekleştirmeye çalışıyor" dur.



Yazarın 'çıraklık dönemine ait otobiyografik yapıt' olarak nitelendirdiği Sırça Fanus ilk ve tek romanı.
Roman yazarın kitabın edebi değerinden emin olamayışı, ciddi bir yapıt olarak görmeyişi ve çevresinde yaşayan insanların kitapta anlatılanlar yüzünden zarar görebileceğini düşünmesi nedeniyle 1963 ocağında Victoria Lucas takma adıyla yayımlanmıştır.
 
 
Yazar kitabın yayımlanmasından bir ay sonra 31 yaşında yaşamına son vermiştir.
 
Kitaptan;
 
"Kafamda akıl namına ne kalmışsa onu kullanarak bedenimi tuzağa düşürmem gerekiyordu. Yoksa beni elli yıl boyunca o ahmak kafesinde hiçbir anlamı olmayan bir yaşama mahkum edecekti. Ve annem dilini ne kadar tutarsa tutsun, aklımı yitirdiğimi herkes er geç anlayacak ve annemi, tedavi edileceğim bir tımarhaneye kapatılmam gerektiğine inandıracaktı."
 
"Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir düştür."
 
Kitap bana Patti Smith'in Çoluk Çocuğu'nu anımsattı, kitaba benzer bir ruh hali hakim. Depresif anlatımdan sıkılmayan okurlara öneririm.
 
(Kütüphaneye teslim edeceğim gün bitirmeyi planlarken kitabı evde unuttuğumu fark ettim. Son sayfaları internetten zar zor bulduğum e-book'tan okuyabildim. Kitaba ulaşabilmek için kaç tane kumar, arkadaş(!!), oyun sitesini reddettiğimi sayamadım! E-book sevmemek için nedenlerime bir ekleme daha...)

24 Aralık 2015 Perşembe

Barbarın Kahkahası

Sema Kaygusuz uzun zamandır okuma listemdeydi, aklımdaki tanışma kitabı Sandık Lekesi iken Barbarın Kahkahasının 2015'in en iyileri arasında sıkça yer aldığını görünce atıverdim sepete.
(Bu aralar hangi kitabı ne zaman ve nereden aldığımı karıştırır oldum, ya yaşlanıyorum ya da kitap alma / okuma  hızım dengesiz...)

 
Yabancı yazarların üzerine bazı Türk yazarların kitaplarını okumak iştahla yenen yemeğin üzerine kallavi bir Türk kahvesi içmek gibi geliyor. Tercüme cümlelerden alamadığım hazzı alıyor, kelimelerle yapılan akrobasiye şahit oluyorum. Ne mutlu bana ki bu tür yazarlara bir yenisini ekleyebildim; Sema Kaygusuz.
 
Barbarın Kahkahası Mavi Kumru Otel'deki müşterilerle küçük dünya çiziyor okura. Farklı kültürlerden, mesleklerden, tercihlerden, kişisel hırslardan, bastırılmış duygulardan, söylenmemiş sözlerden yola çıkıp meseleyi insancıl ve de ilkel bir noktada birleştiriyor.
Oldukça renkli karakterleri ve burnunuza gelen iyot kokusu ile merak uyandıran bir hikayesi var kitabın.

 
 

Kitaba başlarken karşıma çıkan bu dörtlükle uzun süre tebessüm ettim.

"Sıradan bir olumsuzluğu büyük acılardan deyişlerle anlatırsan, asıl keder görünmez hale gelir."

"Ayrılık, yitirmeyi sindirmekten çok tüylerin okşandığı yönden katılmaktı ötekilere."

Şöyle bir kitap okuyayım ve tadı damağımda kalsın diyorsanız Barbarın Kahkahası'nı öneririm.

19 Aralık 2015 Cumartesi

Kağıt Ev

Kağıt Ev, kitaplar üzerine yazılmış derin bir hikaye...
Üzerinde çimento parçaları olan bir kitap sizi nereye götürebilir merak ediyorsanız Kağıt Ev'e beklerim.
 
 
 
Kitaptan;
 
"Çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan zordur. Kitaplar, sanki asla geri dönemeyeceğimiz bir anın tanıkları gibi, bir ihtiyaç ve unutkanlık anlaşmasıyla tutunurlar insana. Oysa orada kalmaya devam ettikleri sürece onları birbirlerine yamadığımızı zannederiz. Üstlerinde gün, ay ve yıl yazan sayısız kitap gördüm ben; gizli bir takvimi oluşturur her biri. Başkaları ise ödünç vermeden önce adlarını yazarlar ilk sayfaya, teslim edecekleri kişiyi defterlerine kaydedip bir de tarih atarlar yanına.  Tıpkı kütüphanedekiler gibi damgalı kitaplar gördüm, yahut içlerine sahiplerinin kartları yerleştirilmiş olanlar. Kimse bir kitap kaybetmek istemez. Bir daha okumayacak olsa da başlığında eski, belki de kaybolmuş bir duyguyu taşıyan bir kitabı kaybetmektense bir yüzük, saat veya şemsiye kaybetmeyi yeğleriz.."
 
"Biz okurlar, sadece eğlenme amaçlı olsa bile, arkadaşlarımızın kütüphanesini gözleriz. Bazen sahip olmadığımız ama okumak istediğimiz bir kitabı bulmak için yaparız bunu, bazense karşımızdaki hayvanın ne ile beslendiğini öğrenmek için. Bir meslektaşımızla salonda otururken odadan şöyle bir çıkar ve döndüğümüzde onu kitaplarımızı koklarken buluruz."
 
"Kitapların, hayata dair birer fikri olmak yerine düzenli bir rafın parçası haline gelerek toz fırçasını gıdıklayışından, tozları yutan süpürgeden, uyumaktan ve sayfalarını belirleyen doğal şiddet ya da gücü hiçbir zaman ortaya sermeyen bir gururla ara sıra başvurulmaktan başka bir şey bilmeyişlerini gülünç bir şekilde kınadık beraber."
 
"Yağmurun altındaki bu kitap ne Bluma'yı şaşırtabildi ne de bir fayda sağladı ona; fazlasıyla geç gelmişti zira fakat bir adam zalimce , huzursuzca ve katiyetle gölge hattının ötesine geçti."
 
Ve kitap için teşekkürler Esra :)

18 Aralık 2015 Cuma

Kırk Kırık Küp

 
Nermin Bezmen'in bir iki kitabını okumuştum yıllar önce. Çok da cazip gelmemişti açıkçası.
Bu kitabı ise ne zaman ve nereden aldığımı hatırlamıyorum :) Numarası, kitap cebi vs olmadığına göre kütüphaneden çalmamışım, ikinci el olduğuna göre muhtemelen Rampalı Çarşı'dan almışımdır...
 
Kitap kısa kısa hikayelerden oluşuyor (kırk tane mi dikkat etmedim ). Yolda, öğle arasında, kısa zaman dilimlerinde okumak için ideal. Genelde kadın odaklı hikayeler. Bazılarını çok beğendim, vurguladıkları noktalar daha çok kadınların toplum içerisindeki yerine dairdi. Bazıları ise apar topar bitirilmiş, olaylar havada kalmış gibiydi. Sonlara doğru kitaptan sıkılmaya başladım...
 
Yazar önsözde kapak tasarımını çok beğendiğini dile getirmiş ama ben pek sevmedim...
 
Kitabı almanızı tavsiye edemem ama kütüphanede, eşte, dostta denk gelirseniz okuyabilirsiniz.

17 Aralık 2015 Perşembe

Güne Nasıl Başlarım

Sevgili Sinem in sorusu, güne nasıl başlarım;
 
Her sabah alarmın sesimi duyduğumda 'ne çabuk!!!' derim. Yatakta hülyalı hülyalı gerinmek isterim ama yan tarafımda uyuyan Duru uyanmadan alarmı kapamam gerektiğinden yataktan fırlayarak alarmı kapatırım. Bu kadının kolu komodine yetişemiyor mu acep niye kalkıyor diye düşünenler için; Duru'nun yatağından komodine yer kalmadı :)
Gözlerim yarı açık yarı kapalı çay için düğmeye basar, banyoya yollanırım. Bu arada yolda karşıma çıkanları korkutabilecek kadar suratsız ve karışık olurum :)



Kahvaltı masasını hazırladıktan sonra  sıra ahaliyi uyandırmaya gelir. Efendim bir adet uyanmakta direnen eşim, bir tane de aynı özelliklere sahip kızım var. İkisi arasında mekik dokur, bu arada Duru'nun uyanmaması için çabalarım. Yaklaşık on dakika sonunda eşim ve Eylül hala yatakta, Duru ayaktadır!!!
Duru'nun kahvaltısını hazırlar onu masasına oturtur, Eylül'ün beslenmesini hazırlar, suyunu doldurur, Eylül'ü masaya çağırır, eşimden umudu keser, kahvaltıya otururum. Çay almayı unuttuğumu fark eder tekrar kalkarım :)
Saat sekize doğru Eylül'ü servise, evi ve Duru'yu bakıcı teyzemize bırakarak, çayımın yarısını bile içemeden koşar adım dışarı çıkarım. Ve eşimin çıkmasını beklerim...Evet ben beklerim....:)
 
Sabahları sevgi pıtırcığı gibi uyanabilen insanlardan olamadım hiç, yaklaşanı yakanlardan da sayılmam (öyle olsaydı evdekilerin hali duman olurdu). Beni bekleyen koşturmaca yüzünden ruh halime pek ilgi gösteremiyorum sanırım :)
 
Sahi siz nasıl uyanırsınız?
 
 

16 Aralık 2015 Çarşamba

Eskiden/Şimdi

Haydi buyurun eskiden-şimdi karşılaştırmasına;

-Eskiden ben çocuklarla hiç geçinemezdim. Gördüğüm çocuklarla arama en az iki metre mesafe koyardım.. Sonra hala oldum azıcık değiştim, sonra anne oldum epeyce değiştim, sonra ikinci kez anne oldum ve evet oldum. Artık gördüğüm her çocuğun kendisini/fotoğrafını/düşüncesini koşulsuz sever oldum :)
-Eskiden çok okurdum, okumayı uyumaya/yemek yemeye değişmezdim. Elektrik kesildiğinde bile bir mum yakar (o zaman fakirmişim demek, öyle afilli led lambalarım falan yokmuş) okumaya devam ederdim. Şimdi çocuklar uyusa da sıra benim uykuma gelse diye düşünüyorum :) Ha yine okuyabiliyorum ama sınırlı süre...
-Eskiden hiç düşünmeden cevap verirdim, gözü kapalı her tartışmaya dalardım. Şimdi zaman zaman içimden konuşabilmeyi öğrendim. Karşımdaki tartışmaya değmeyecek/bir iki cümleden öteye geçemeyecek birisi ise söyleyeceklerimi aklımdan geçirip konuşmuşum gibi rahatlayabiliyorum. Tartışmanın da bir heyecanı olmalı arkadaş :)
-Eskiden kendime yetecek kadar yemek yapar, çoğunlukla iş tencere boyutuna gelmeden karnımı doyurmuş olurdum; şimdi iki öğün yetecek hatta mümkünse ertesi güne kalacak çorba, yanına yemek, canı tatlı isteyen bebeye kek/puding, beslenme için poğaça, yoğurt yapıyorum.
-Eskiden annemin saatlerce uğraşıp salça yapmasına kızardım, neden hazırını almıyor ki derdim; şimdi kendim salça, domates konservesi, kahvaltılık sos, meyve kompostoları hazırlıyorum, 'aa hazır salçanın tadı yok ki canım' diyorum.
-Eskiden pazar denildiğinde burnuma gazete, kitap, kahve kokusu gelirdi; şimdi pazar gününü düşününce burnuma deterjan, şampuan, ütülenmiş kıyafet, yemek kokusu geliyor.
-Eskiden taze incir ve Trabzon hurmasını hiç yemezdim şimdi incirin yolunu gözler, hurmayı kaşıklar oldum. Şimdilerde bir şey için 'yemem' dediğimde eşim manidar manidar bakıyor :)
-Eskiden yaz insanıydım şimdi baharlar bana çok cazip geliyor.
-Eskiden kolyeciydim şimdilerde küpelere takmış durumdayım.
-Eskiden kendi takılarımı kendim yapardım şimdi kasa yanlarına park etmiş takı standları sağ olsun...
  Yazarken düşündüm de aslında eserekli ikizler olmama rağmen 'hala' ile başlayan cümlelerim de az değil;
-Eskiden karıncadan korkardım, hala çok korkarım...
-Eskiden gök gürültüsünden korkardım, hala korkarım.
-Eskiden suratsızdım, genelde çatık kaşlı gezerdim; hala insanlar benimle iletişime geçerken bi dururlar :)
-Eskiden çaysız yapamazdım hala çay olmazsa olmazım.
-Eskiden gündüzleri uyuyamazdım hala (çok hasta değilsem) uyuyamam.
-Eskiden her bulduğu fırsatta uyuyan insanlara kızardım hala kızarım (ilahi cezam; 7/24 uyuyabilen bir eş, bir türlü uykuya dalamayan iki bebe...Teşekkürler ..:) )
 
Fikir için teşekkür ederim Esra , zevkle yazdım :)
 
Ve bir eskiden/şimdi fotoğrafı ile kaçıyorum;
 
 

15 Aralık 2015 Salı

Çıkış Yok

Bu bir 'ben ettim siz etmeyin, ben okudum siz okumayın' yazısıdır...

Kütüphaneden aldığım ve polisiye/gerilim vaat eden kitabım Çıkış Yok. Bir kere kitap gerilim konusunda çok başarılı; kitaba başlar başlamaz gözünüze batan yazım yanlışları, arada isim değiştiren (kötü)esas adam, insanı kızıl saçtan soğutan esas kız, saf mı bu çocuk dedirten (iyi) esas oğlan ve saçma sapan hikayesi sayesinde geriim geriim geriliyorsunuz!!!

 
 
Ola ki kitaptan ve kötü adamdan sıkıldıysanız diye kitap görülmemiş bir değişikliğe girişiyor ve Mustafa'yı üç-dört sayfa boyunca Hüseyin'e dönüştürüyor...

 
Olur da kitabı okurken aklınız başka yere kayar; esas kızın kızıl saçlı, mavi gözlü ve çok güzel olduğunu unutursanız diye bu ifadeleri iki-üç sayfada bir hatırlatıyor size.
 
Bu polisiye(!!!) hikayeyi -ki işin içinde iki kere adı geçen Emniyet Müdürü dışında hiç polise rastlamadığımız hikayeyi- bitirmeden bırakmadım, inat ettim, okudum, aferin bana!!!
Aynı hatayı şu kitabı okuyarak da yapmıştım. Umarım akıllanmışımdır...

2 Aralık 2015 Çarşamba

Filin Yolculuğu

Samarago kitabı seçmeye çalışan bir öğrenci sayesinde masaya dizilen kitaplar içerisinden -kütüphane görevlisinin- girişimiyle aldığım, yazarın bir bölümünü hasta yatağında yazdığı, tamamlayamadan ölmekten korktuğu, son eseri Filin Yolculuğu...
Her Saramago kitabında kullanacağım kelimelerin yetersiz kalacağını bilerek yazıyorum.



Kitap Portekiz Kralı tarafından İmparator III. Maximillian'a hediye edilen fil (süleyman) ve bakıcısı Subhro'nun Lizbon'dan Viyana'ya kadar uzanan zorlu ve garip yolculuğunu anlatıyor. Daha önce hiç fil görmemiş olan halkın süleymana gösterdiği ilgi, kiliselerin bu devasa yaratığa zorla da olsa yükledikleri mucizevi özellikler, Subhro'nun yalın düşünce tarzıyla giriştiği ilginç tartışmalar, hikayeler ve meşakkatli bir yol... Ve en önemlisi Saramago'nun farklı anlatım tarzı, ince mizahı...


Yazarın birkaç kitabını okuduktan sonra yazım tarzını az çok benimsiyor, kitabın ilerledikçe daha ilgi çekici bir hal alacağını tahmin edebiliyorsunuz. Saramago severlerin beğeneceğini düşünüyorum....

1 Aralık 2015 Salı

Kasım...

Hem takvime göre hem de meteorolojiye göre kışa girmiş bulunmaktayız, hadi hayırlısı...
 
Kasım beklediğimin aksine ilkbahar edasıyla geldi geçti...
Evde hummalı yazı çalışmaları devam ediyor. Ela ve Lale'den yakamızı yeni kurtarmıştık ki Talat ve Onat çıka geldi!! Bu çat kapı ziyaretlerden bir süre daha kurtulamayacağız gibi...
 
 Bu evin annesinin fi tarihinden kalma bilgileriyle yazdığı ve geçerliliğini kısmen kaybetmiş alfabesi...

Bu da Eylül'ün esneyerek yaptığı ödevi ;)

Ödevlerden kalan zamanda okumalara devam. Bu hafta Eylül babasıyla gitti kütüphaneye, kendince seçimler yapmış :) Resim ve Heykel'den başladık, malum resim bizim işimiz ;)


Evdekiler arasında da Sara Şahinkanat kitapları açık ara favori
 
 
 
Eylül yeni harflerle boğuşadursun Duru da türlü maymunluklar peşinde :)
 
 
Ve yeni tatlar ;)
 

 
Eylül'ün de zamanında hevesle karıştırdığı 'Neden, Niçin, Nasıl' Serisi bugünlerde Duru'nun elinden düşmüyor. Kitaplara ablası kadar nazik davranmasa da kemirmeyi biraz azalttı...
 
Görsel buradan 
Serinin 4-6 yaş grubu olanlarını Eylül hala çok seviyor...
 
Kasım ayının nerdeyse yarısını diş ağrısı ile geçirdiğim için kitap okuyabilmek bir hayal oldu. Ağrının nedeni olan dişimle vedalaşıp işe ve kitaplara dönüş yapabildim.
 


Kütüphaneden alıp bir türlü zaman ayıramadığım kitabımı nihayet bu hafta sonu bitirebildim. Açıkçası kafamda farklı bir Nazım portresi oluştu... Tüm kitap sonunda aklımda kalan şiir, hep en sevdiğim şiirdi;
 
HOŞGELDİN KADINIM
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını bastın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

NAZIM HİKMET
 
 Saramago'ya devam... Araya farklı kitaplar alınca uzadı okumam, kütüphaneden de süresini uzattırmak zorunda kaldım.



Filin Yolculuğu'nu unutup hevesle yanımda getirdiğim yeni kitabım :) Kısa öykülerden oluşan kitap göreve giderken ve aralarda okumak için çok uygundu. Çarpıcı öyküler içeriyor...

Dünkü görevden...
 
Bu arada yeni bir işe el atıp evdeki beyaz çantalarımdan birisini siyaha boyadım. Su bazlı bir deri boyası kullandım, bir kaç kat uygulamam gerekti. Şimdilik görünüşü iyi ama saplarını boyamayı unuttuğum için henüz kullanamadım. Artık kullanım sonrası memnun mu kalırım, Arap Bacı'ya mı dönerim göreceğiz :))
 
 Kış geldiyse çatıdaki sobanın da çıtırdama zamanı gelmiştir. Bu görüntü bile içimi ısıtıyor benim :)


 
Ve bir yemek önerisi ile bitiriyorum; Fırında Mücver... Benim gibi kızartılmış yemeklere mesafeli olanlar için ideal, börek tadında, hafif bir alternatif. Tarifini de tembellik edip kopyalıyorum ;)
 
 
Ve hoş geldin Aralık.
Artık bere, atkı, eldiven, sahlep zamanı...
Bir de Rico ve Oskar zamanı ;)