Sayfalar

13 Şubat 2014 Perşembe

Kün

Kün, 2013 yılında okunacaklar listeme dahil olmuş, yıl sonunda da kütüphanemde yer edinebilmişti, okuduğum yorumlar sayesinde ön sıralara almıştım, çok da iyi yapmışım...




(Yazı spoiler içermemektedir)

 Arka kapaktan;

Ankara Çayı, bağrına şefkatle basıp muhafaza ettiği sivrisinek larvalarını usul usul kabuğundan salıyor, evlad-ı haşerattan dokunmuş vızıltı pikesini, ana avrat sövmüşmüş sövmemişmiş hiç aldırmadan civardan geçenlerin burun deliklerine, kulak memelerine doğru sallıyordu. Şımarık şımarık bahar müjdesi vereceğiz diye uçuşan kavak pamukları, terli enselere, çıplak alınlara yapışıp kaşındırarak milleti illet ediyordu. Börtü böcek antenini sallıyor, kıllı bacaklarını sıvazlıyordu. Danaburnu topraktaki tohuma, uçuç böceği yapraktaki bite, tırtıl yaprağa, solucan toprağa saldırıyor, peygamberdevesi alayına saldırıyordu. Çocuk yaşta beyaz bulutlar havai gökyüzünde uzun eşek oynuyor, kararsız tavırlarla kah yavşayıp kıç kıça sokuluyor, kah gavur görmüş gibi kopup birbirinden uzaklaşıyorlardı.
Bahar gelmişti.
 
Kün, yani 'Ol'...Neleri neleri olduran bir roman, Kün. Ölülerin daha da ölebildiği-ya da tam ölemediği-, cami imamıyla ateistin birbirini 'aydınlatabildiği', köpeklerin (hem Konya ağzıyla!) konuşabildiği, el kadar oğlanın kendisine el kaldıranı haşat ettiği bir aleme kapı aralanıyor. Şerefsizler şerefsizliğin gözüne vuruyorlar, 'iyiler' canını dişine takıyor, feleğin zarı hepyek de gelse bir bakıyorsunuz altı kapı alıyor.
Segzin Kaymaz, kendine özgü üslubu ve hȃlesiyle, yine eğlenceli ve ürpertili bir hikaye anlatıyor. Anlattığı hikayenin heyacanıyla anlatışın neşesi yine birbirini coşturuyor.
'Sıradan' denen insanların 'sıradan' denen hallerinin ve dillerinin usta yazarı, Angara'nın kıyısına, rengahenk bir Konya dekoru kuruyor ayrıca -Eski Konya. Eski Taşra yaşantısı...Sezgin Kaymaz'ın gizemine, mizahına, olay örgüsüne, anlatıcılığına tutulan kadar, 'yerliliğine' tutulanlar yok mu? Kün, her zevke yetişiyor, her şeyi olduruyor!
 
Sezgin Kaymaz, eski Konya ile Ankara arasında ve hatta yaşayanlar ile hergün biraz daha ölen ölülerin arasında gidip gelen bir hikaye anlatıyor; yerel unsurları, tarihi mekanları, şiveyi ve hatta otu-böceği hikayenin içine öyle ustaca yerleştiriyor ki kitap tadından okunmuyor...
 
 
 
Belki Konya'lı olmanın verdiği 'aşinalıkla' daha da kolay anlıyorum anlatılanların abartılmış şiveler olmadığını, günlük hayata dair gözden kaçmış detayların gün yüzüne çıkarılmış olduğunu, ölüye 'ölük' diyen Angara'lıların gabalığını :)
Büyük bir zevkle, bitirmeye kıyamayarak okudum. Benim için 2014'ün 'en iyi' kitaplarından birisi olacağı kesin.
Mutlaka okumanızı öneririm...