Sayfalar

25 Kasım 2011 Cuma

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi



Şimdiye kadar okuduğum en bol karakterli kitap...Ayfer Tunç'a okuduğum her kitabıyla daha çok bağlanıyor, beklediğim tadı alacağımı biliyorum.

(spoiler içerir)
Kitap bir nevi Kreps Çemberi. Dönüp dolaşıp başladığı yere dönüyor.
Karadenizde sırtındenize dönmüş bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden yola çıkıyoruz ve emin olun uğramadık yer bırakmıyoruz...
Aslında kitabın farklı tarzı ilk etapta kitabın akıcılığını engelliyor, bir an önde kaldığım yerden devam edeyim isteği duymuyorsunuz. Çünkü kaldığınız bir yer yok..
Lisede arkadaşımla "kim his susmadan en uzun süre saçmalayacak yarışması" yapardık, bir an onu hatırladım. Çünkü kitapta es yok, bir karakterden diğerine farkına varmadan geçiyorsunuz.
Kitabı okumayı barakacağım zaman genelde sayfa başında bir paragraf belirler orda bırakırım ama bu kitapta o da yoktu:)
Dediğim gibi yaklaşık ilk 100 sayfayı konunun dağınıklığı nedeniyle kitaba bağlanamadan okudum. Her anlatılan karakterde ister istemez buraya kimden yola çıkarak gelmiştik diye düşünüyordum bir yandan (Bu kitapta düşünülecek en yorucu şey de bu olur, beyin fırtınası yaptırıyor resmen:)..
Siyah harfle yazılan karakterlerin hikayesinin anlatıldığını da geç fark ettim:))
Ama bir anda kitabın tarzı çok zevkli gelmeye başladı, kişilere daha hakim olunca her anlatılan konuda bi süpriz bekler oldum.
Yanlız birşey dikkatimi çekti; bu kitapta herkes birbirini aldatıyor kardeşim! Karısını/kocasını aldatanlar, üvey oğluna kaçanlar, genç kızlar için evlerini dağıtan 50'lik adamlar....umarım toplumu yansıtmıyordur yoksa vay halimize!
Hastanedeki karakterler birbirinden renkli; sol elini karısı sananlar, oğlu öldüğü için gülme krizine girenler, madde bağımlıları (ki bir de 'ot'lu kek yapan doktorumuz var ki evlere şenlik).
Barış ve Gülnazmiye, Demir Demir, Tavşan Dudak Jinekolog ve kek dehası doktorumuz benim favorilerimdi....
Genelde kitabı detaylı anlatmayı sevmem ama nedense bu kitabı nerdeyse özetleyesim geldi (Ha ha bu kitabın hakkaten özeti çıkarmı ki?:))
spoiler bitti:)

Diyorum ki okuyun, okutun, anlatın, övün bu kitabı.Pişman olmazsınız valla:))

24 Kasım 2011 Perşembe

Öğretmenler Günü


Kutsal meslek öğretmenlik, özveri isteyen, sabır isteyen, insan hayatına yön veren.....
Tüm öğretmenlerin hak ettiği değeri gördüğü ve harcadığı emeğin karşılığını aldığı, tüm öğrencilerin hak ettiği okul ve öğretmene sahip olduğu, eşitlik denen  (ve kaf Dağının tepesinde ikamet eden) kavramın eğitim sistemimizde ön plana çıktığı günler diliyorum........
Hayatımda kalıcı izler bırakan, bana hayata dair pek çok doğrular öğreten tüm öğretmenlerime saygılarımı gönderiyorum....
Öğretmenler Gününz kutlu olsun....

22 Kasım 2011 Salı

Kaybedenler Kulübü

Haftanın ilk günü mide bulantısı ve devamında iç açıcı olmayan sahnelerle başladı...
Evde dinlenme zorunluluğu ile öğleye kadar "bulantı baskılama" eylemi, öğleden sonra da nisbeten gözümün açılması sonucu "ne izlesem" e dönüştü:)
Uzun zamandır izlemeyi planladığım Kaybedenler Kulübü'nü izledim.


Ruh halime çok uyan bir filmdi...Zaten Nejat İşleri  hep beğenirim. Nedense onu gördüğüm rolleri bi başka oyuncuya yakıştıramam (Barda'yı izleyemedim ama, dayanılacak gibi değildi!!), bir de Serra Yılmaz, reklamını bile izlerken zevk alıyorum, aklımın bir köşesinde kutu içinde yaşıyor hala (Sıdıkadan hatırlarsınız..)

Ama filmdeki 'adamım' Murattı:) Cuk oturan bir oyuncu seçimi olmuş..



Hepsi iyi hoş da Ahu Türkpençe olmamış gibi geldi..Hülya Avşar'ın Türkiyede jön yok demesi gibi olacak ama nedense bu aralar filmlerde 'işte bu!' de bir kadın oyuncu yok...






Asıl kaybedenler kulübüne sanırım nesil olarak yetişemedim ve hiç dinlemedim. Ama filmdeki yayın akışına tek kelimeyle bayıldım. Dediğim gibi ruh halime çok uydu, Bukowski okuyacak haldeyken bu film ilaç gibi oldu, birisi benim için okumuş gibi oldu..Angut Kuşu ve normalde hiç hazzetmediğim Ferdi Özbeğen bile kulağıma müthiş geldi...
Yanlız film insanda çok fazla sigara ve bira içme isteği uyandırıyormuş ona göre:)


Filmin müzikleri de güzeldi. Geldiğimden beri bir Melancholy Man-The Moody Blues dinliyorum, bir Sigaramın Dumanı...

Yine 'okuyamama' günlerine girdim, akşam hava erken kararıyor yolda okuyamıyorum, sabah da uyku mahmurluğunu atıncaya kadar yol bitiyor, bunca bahane sıralatan kitabım da 'Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi'...Aslında eğlenceli bir kitap, farklı bir kurgu ama nedense bugünlerde beni sarmadı. Beni çağıracak bir hikayeye ihtiyacım var gibi (Bu kadar Lisbeth'den sonra bünye durağanlık istemiyor haliyle:)
Bir de bu işyeri görünümündeki buzhanede ellerimi şalımın altından çıkarmak gelmiyor içimden. Klavyede kısıtlı hareket katlanılır ama sabit bir şekilde kitabı tutmak riskli!!Neyse yarın elektrikli ısıtıcı getireceğim, ayakkabımı yakmadan ısınırım umarım...
Son olarak sinemada Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesini izlemek istiyoruumm. İlgililere duyrulur....