Bu sıralar okuduğum Çatı Serisi biraz zorlamayla gidiyor. İlk kitap ilginç gelmişti, uzun bir aradan sonra seriye devam etmeye karar verdim. Ama ikinci kitap tam anlamıyla vasattı. Üçüncüya başladım, bakalım bunda gidişat nolacak. (Aslında aklım sırada bekleyen Grange kitaplarında ama...)
Araya birkaç film sıkıştırdım.
The Reader (Der Vorlesser)
Film seçimini tamamen tesadüfi yapmıştım ama izlemeden önce yaptığım ufak araştırma ile (IMDB ve ekşisözlüğe sordum tabii) bol ödüllü olduğunu gördüm.
Film Bernhard Schlink'in kitabından uyarlanmış.Nazi Almanyası ve 90'lı yıllara uzanan bir hikaye...
(Spoiler falan içerir.)
(Spoiler falan içerir.)
Film aslında birbirinden çok farklı iki kısımdan oluşmuş gibi, ya da iki ayrı film birleştirilmeye çalışılmış gibi.İlk kısımdaki duygusal (ve hatta erotik) gidişat bir anda soykırıma bağlanmış...
(Ayrıca film afişinde oyuncuların ikisinin de farklı zamanlara denk gelen orta yaş resimlerinin kullanılması saçma geldi..)
15 yaşındaki Michael'la 30'larındaki Hanna ile başlıyor film.Yaş farkının aslında çok da göze batmadığı ilişki ve gizemli halleriyle Hanna sıkmadan izletiyor kendisini ama çıplaklık ve cinsellik kısmını biraz abarttıklarını düşünüyorum.. (Zaten Kate Winslet'in çıplaklığıyla Oscar aldığı söylenmiş ...)
Ve kitaba ismini veren kısım burada ön planda. Hanna sürekli Michael'den kendisine kitap okumasını istiyor...
Hanna işinde terfii edene kadar, Michael hergün okul çıkışı evine geliyor. (Ve nedendir bilinmez Hanna'nın bir camekandan ibaret olan kapısı hep açık!)
Filmin ikinci yarısında Hanna bir yahudi toplama kampındaki işinden dolayı 300 kişiyi öldürmekle suçlaıyor ve yargılanıyor. Beraber yargılandığı hatunlar oturup örgü örerken (evet mahkemede örgü örüyordu abla), Hanna kendini savunmaya çalışıyor. Sakladığı bir sır yüzünden de suç onun üzerine kalıyor.
Bu kısım benim için kopukluğa neden oldu. Michael 30larında bambaşka bir adama(bir avukata) dönüşürken, Hanna berbat bir makyaj ile yaşlandırılmaya çalışılmıştı.
Filmde Kate Winslet'in yerine Nicole Kidman'ın oynayabileceği konuşulmuş ve ben tüm film boyunca bu role Kidmanın daha çok yakışacağını düşündüm.
Filmin ikinci kısmı yahudi propagandasına ayrılmış gibiydi ve sonlardaki "yahudilerin herşey için bir organizasyonu vardır / cehalet yahudiler için hiç sorun olmamıştır" sözleriyle de reklam tavan yaptı...
Daha çok olumsuz yönleri vurgulamış gibi oldum ama ben genel olarak filmi beğendim..Özellikle filmin isminin gayet etkileyici olduğunu düşünüyorum. Hapishane günleri, kaydedilen kitaplar, hiç yüzyüze gelinmemesi ve hikayenin sulandırılmaması güzeldi...(Bu aradam imdb puanı 7.6)
Bu filmle soğuk bir günde ve çay eşliğinde sinema keyfi yapılabilir...
Diğer bir film;
The Names Of Love..
Burada da kadın genç, adam yaşlı. Olaylar benim için dengelendi yani :))
Bu daha fasafiso olan bir fransız filmi.
Muhafazakar fransızları yoldan çıkaran ve meslek olarak da kendini fahişe olarak nitelendiren cezayir asıllı Baya ile (ilk filmle tamamen tesadüfen uyumlu olarak) annesi yahudi toplama kampından kaçırılan, ismi bir fırın markası olan Arthur Martin'in ilişkisi ve de fransa siyaseti üzerine kurulu bir film..
Komedi olduğu iddia edilmekle birlikte benim güldüğüm tek nokta baya'nın yanlışlıkla Sarkozy' e oy vermesi oldu:)
Giyinmeyi unutup çırılçıplak metroya binebilen Baya gayet sevimli ve güzelken, Arthur da Civan Canovanın fransız versiyonu gibiydi...
Bu filmi izlemenize gerek yok, tamamen zaman kaybı...
4 yorum:
Resmi görünce hemen aaa dedim, Cihan Canova, iki filmi de bu yorumlardan sonra izlemeyi düşünmüyorum, bazen böyle olur bana yorumları okurken izlemiş kadar olurum:)
Gerçi ben de bildiğin anlatmışım filmi, dur bir yerlerine spoiler falan yazayım da okuyan kızmasın :))
Okuyucu filmini bir keresinde izlemeye başlamış o bahsettiğiniz aşırı çıplaklık ve cinsellik bıktırıcı olunca devamını getirmemiştim......ama konusu enteresan bi ara yine izlemeği deneyeceğim sanırım.....
İlk kısım bayıyor insanı ama devamı ilginç ve de güzel.İzlemeye değer bence..Olmadı azcık ileri alın, pek kaybedecek bişey yok zaten:)
Yorum Gönder