Sayfalar

10 Ağustos 2011 Çarşamba

İncir Reçeli


İncir Reçeli aklımda kalan ve sırasını bekleyen bir filmdi.
Güzel bir film, heyecan ya da süpriz son olmasa da, benzer filmlere kıyasla (Issız Adam, Aşk Tesadüfleri Sever..vs) oldukça başarılıydı.



Özellikle Sezai Paracıkoğlu'nu çok beğenerek izledim, hatta Melike Güner'e rağmen beğendim. Ama keşke daha doğal bir esas kız bulsalarmış. Melike Güner'i TV de gördüğüm (izlediğim değil gördüğüm) 3-5 dakikalık dizi parçalarında bile sevmemiştim, filmde de aynı yapmacıklığı  korumuş sağolsun!


Son yarım saati boğazımda bir yumrukla izledim,


 otobüs durağı sahnesini çok beğendim,

her masa hazırlanışında da ne kadar aç olduğumu fark ettim.


Sana dokunmak nefes almak gibi,
Sana dokunmak  tüm insanları affetmek gibi,
Sana dokunmak tüm kelimeleri yakmak gibi,
Sana dokunmak ölmeye inat gibi,
Sana dokunmak hayatı temize çekmek gibi,
Sana dokunmak hayatın içinde durup dinlenmek gibi...
Bu cümlelerden sonra film bitinceye kadar aklımın bir köşesinde aynı soru dönüp durdu "nerden aşinayım bu cümlelere?"Sanki sinemedayım! Durdur filmi bak internete di mi? Ama ben bunu izlerken akıl edemedim tabii:) Ne sadık izleyiciyim!:)
Ve film bitince jetonum düştü; tabii yaa...
....
....
sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır
....
....
sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
SANA BAKMAK
ALLAHA İNANMAKTIR.

 YILMAZ ERDOĞAN     

Çok da severim bu şiiri...

Sezai Paracıkoğlu'nu TV de bir diziden anımsıyorum; Sevgili Dünürüm, Sumru Yavrucuk ve Haluk Bilginer başroldeydi, dizide kıyıda köşede bir karakterdi Sezai Paracıkoğlu..Ama filmden sonra neden şimdiye kadar kendisini gösterememiş dedim. Hatta aslında yakışıklı adammış bile dedim :)


Ama saçını sakalını kesmediği sürece...



Bu arada Pozitif Yaşam Derneği yaptığı açıklamayla filmi ciddi şekilde eleştirmiş.

Ve haklılar da. Filme romantik bir film açışıyla bakarsak çok fazla şey gözümüze batmazken, HIV açısından bakıldığında aslında "bir çuval incirin berbat edildiği" anlaşılıyor (tabi bunu ben de sonradan öğreniyorum). Keşke hiv (+) insanların yaşadıklarını daha realist yansıtabilseymiş...

Ben filmi beğendim; fırsatınız olursa izleyin, benim gibi ruh haliniz dalgalıysa 3-4 gün sonra izleyin ve de amman benim gibi işyerinde öğle arası izlemeye çalışmayın ...

Son söz;

İNCİR REÇELİ GÜZELDİR.....

9 Ağustos 2011 Salı

127 Saat, Çınar Ağacı

Son iki gündür öğle aralarında uykuya yenik düşmemek için film izliyorum. Böylece eşimin uzun zamandır film izleyemediğimiz için biriken arşivini de eritiyorum:)


127 Saati ilk duyduğumda da konusu ilginç gelmişti. Bir dağcının kanyonda bir yarığa düşmesi ve kolunun bir kayanın altında kalması ve kurtuluş süreci. Tabi yaşanmış bir olay olduğunu bilmek filmin etkileyiciliğini arttırıyor.
 Aksiyonu bol bir film olmamakla beraber ben sıkılmadan ve hatta beğenerek izledim.Ama adamımız Aron Ralston'un kolunu kestiği kısmı ileriye sardım itiraf ediyorum.
Bu arada ben James Franco'yu Jim Carrey'ye benzettim  eşim de Marc Anthony'ye ...:)


Bugün de İncir reçeli'ni izlemek için hard diski açtım  ama ani bir kararla oturup Çınar Ağacı izledim:) Öncesinde hiçbir fikrim yoktu ama oyuncuları görünce izlemeye karar verdim. Aslında oyuncu kadrosu güzel;  Nejat İşler, Settar Tanrıöğren, Hüseyin Avni Danyal, Ragıp Savaş, Suzan Aksoy gibi sevdiğim oyuncular ayrıca Nurgül Yeşilçay ve Jülide Kural gibi popüler isimler. Filmin kahramanı büyükanne de Celile Toyon.
Hikaye biraz klasik; yaşlanınca mecburen sırası ile çocuklarının yanında kalan, tek sırdaşı küçük torunu olan, kalabalık içinde yanlız büyükanne. Hayat telaşından, eş baskısından anne kıymetini bilmeyen çocuklar...

İsmini bilmiyorum ama küçük torun pek bir şirindi:) Ama garibim o yasak bu yasak saksıda büyür gibiydi, annenin tüm stresi çocuğa yansıyordu. Acaba ben nasıl bir çalışan anneyim diye kendimi sorgulamadım değil..
Çınar Ağacı sinemaya gitmeye hiç değmeyecek, evde boş bir öğleden sonrayı demli bir çay eşliğinde doldurabilecek bir film...
(Akşam olsa da çay içsek:))

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Memleketimden Ramazan manzaraları...


 Ramazanın ilk haftasını tamamladık sağ salim.

Bu sene iş için farklı bir ilçeye gitme durumum Ramazanı biraz zorlaştırdı.  Ama yeni mahallemizde Ramazanın unutulan tadını buldum diyebilirim. İftar öncesi balkona oturup gelen geçeni incelemek son favorim. Uzun zamandır göremediğim bisikletinin direksiyonuna pide torbasını asıp telaşla eve giden çocuklar bol burada. Şehir merkezinde iftar öncesi görebildiğim tek şey sinir katsayısı artmış şoförler ve evine son anda yetişebilen insanlar oluyordu. Anladım ki Ramazan küçük yerde daha huzurlu...
Sıcaklarla birlikte komşuların çoğu balkonda yiyor yemeğini, ezan okunmadan 5 dakika önce derin bir sessizlik sarıyor mahalleyi, çocuklar (kızım dahil) dört gözle atılacak topu bekliyor...
Ezandan 10-15 dakika sonra bir anda enerjinin dozu artıyor, balkondan balkona muhabbet başlıyor, anne-babadan aldığı cesaretle çocukların sesi de daha fazla duyulur oluyor...
Masalar toplanıyor, çaylar geliyor, akşamın esintisiyle bir balkondan diğerine enerji dağılıyor.
"Nerde o eski Ramazanlar" diyecek yaşta değilim ama yine de çocukluğumun Ramazanlarını yaşayamamak içimi burkuyordu, nedenini de iki kişiyle yapılan iftara ve artan hayat telaşesine bağlıyordum. Ama sanırım Ramazanı Ramazan yapan  yine eş dostmuş...
Gerçi bir türlü Ramazan etkinliklerine katılamadık, kendimi yeterince dinlenmiş hissedebildiğimde zaten yatma vakti gelmiş oluyor. Tabi bir de kızımın etkinliklere bir kere gidince her akşam gitmek isteyeceğinden emin olduğum için ağırdan alıyorum. Bu da Ramazanın olumsuz yanı; kızıma ayırabildiğim zaman daralıyor. Artık bayram tatilinde telafi ederiz..
Tabii bir de kitap okuyamama durumu var. Onu da bayram sonrasına erteliyorum...
Yeni şehrimizde Ramazan böyle, herkesin özlemle hatırlayacağı bir ramazan geçirmesi dileğiyle...