Sayfalar

31 Aralık 2012 Pazartesi

Örümcek

Muhtemelen 2012'nin son kitap konulu yazısı bu. (Tabi az sonra başlayacağım Tess Gerritsen kitabını bugün bitirme ihtimalim de var :))
Kitabımız Örümcek. Michael Morley araştırmış, soruşturmuş, hapishaneleri-polis merkezlerini ziyaret etmiş ve bir seri katil romanı yazmış.
Kitap kütüphane ganimetlerinden, seçim eşime ait ve tamamen tesadüfi. Kan/cinayet/katil anahtar  kelimeleri geçince neden olmasın dedim ve aldım. Ama çok da umut bağlamadım kitaba, çünkü Altın Kitaplar'dan en son Çatı Serisi'ni okumuş ve pek bir bunalmıştım...
Kitabı ilk sayfadan itibaren heyecanla okudum, beklentimin çok çok üzerinde gayet başarılı bir polisiye gerilimdi. Hatta en son okuduğum bir iki Tess Abla kitabından (Asla Arkana Bakma, Mefisto Kulübü vs) bile daha iyiydi diyebilirim.
Emekli olduğu halde işe geri dönen polis memurundan, obur ve göbekli olanına; habire kahve içen polis memurundan, güzel ve laf ebesi olanına kadar kadro tamamdı.Profesyonelce işkence eden zeki bir katil, adını sanını duymadığım yerleşim yerleri de vardı. Daha ne olsun di mi? 
Son 100 sayfayı Eylül'le köşe kapmaca oynayarak okudum :)
 
Michael Morley, İngiltere'de seri katillerle de görüşme ve röportajlar yapmış, buna dair alıntılar var kitabın sonunda. Epey bir birikim sahibi olmuş bu konuda. Ama Örümcek Türkçe'ye çevrilen tek kitabı, umarım devamı gelir..
Örümcek'e denk gelirseniz, gözü kapalı alıp okuyabilirsiniz...



Not: Kontes, Altın Kitaplar'a dair önyargım tamamen ortadan kalktı :)

30 Aralık 2012 Pazar

Haşhaş Ezmeli Çökertme

Sakın ola kalem kağıt neyim hazırlamayın, zira bu bir "ben ettim siz etmeyin" yazısıdır ;)
 
Haşhaş Ezmeli Çökertme de ne ola mı dediniz?
Efendim temel malzemeler; haşhaşlı çörek yapmak için gerekli klasik malzemeler ile "annemin haşhaşlı ekmeğinden olsa da yesek diyen" tembel bir hatun..
Dolapta bekleyen haşhaş ezmesini annem usulü pofuduk çöreklere çevirmek gibi bir hayalim vardı bir haftadır. Ama mayalı tariflere dair parlak bir mazim olmadığı için uzak duruyordum. (Ben ne zaman mayalı bir hamur yapsam sonuç asfalt/parke kıvamında oluyor.Sağını solunu-tipini düzelteceğim derken hamuru kabardığına pişman ediyorum. Sanırım mayalı hanurlar salaş kalmalı, işin içine simetrik unsurlar katmaya çalışmamalı).
Neyse bu hayalimden eşime bahsederken, "yoksa ekmek makinasında mı yapacaksın?" dedi ve ilk tohumları attı. Hımm aslında fikir benim değilmiş bak :))
Malzemeler nasıl olsa aynı, hamurun arasında olacağına içinde olsa haşhaş ezmesi dedim ve de karışımı ekmek makinasında hazırladım.
Tabi o kadar yoğurma işleminden sonra ortada ne haşhaş ne de ezme kaldı. Kahverengi bir hamur oldu. Tipi kayıktı ama tadından umutluydum.
Uzatıp da okuyanı iyi bir neticeye şartlandırmayayım di mi?
Sonuç tabii ki fiyasko. Güzelce kabarıp foss diye sönen bir hamur; dışı takır tukur, içi de un ufak olan kahverengi bir ekmeğimiz oldu.
Dilimleyip poşetledim, yiyeceğiz mecburen (kimselere göstermeden tabi :))...
Diyeceğim odur ki; aynı bileşimden her zaman aynı tadı beklemeyin, tembellik etmeyin, mayalı hamuru fazla dürtmeyin...
Gece gece "ben korkmam" diyen varsa aşağıdaki ekmeğimsime bakabilir :)


24 Aralık 2012 Pazartesi

Ateşböceği Yolu

İki kadının bir ömür süren dostluğu, paylaşılan mutluluklar- üzüntüler, yaşanan gelgitler..
 
Kadınların hayatında yer alan ve zaman zaman erkeklere çok fazla gelen ince detaylara sahip, hikayenin dozu abartılmadan anlatılmış, belki de yaşananları kadınların gözünden gördüğümüz için tanıdık..
Okuyanı sıkmayan bir anlatımı var, ilgiyle ve bazen de hissederek okudum. Ruh halim da melankoliye müsaitti galiba..
 
Son sayfaları ise işi gücü bir kenara itip soluksuz okudum..Ama tavsiyem benim gibi işyerinde bitirmeyin, günün kalanı yanan gözlerle zor geçiyor ;)
 
Diğer Kristin Hannah kitapları da okunacaklar listeme eklendi...
 
 
 
Spoiler:
Kate'i gözümde hep Umutsuz Ev Kadınları'ndaki Ceyda Düvenci gibi canlandırdım (Diziyi oturup başından sonuna kadar izlemişliğim yok ama, çocuklar arasında helak olduğunu görmüştüm;)).

20 Aralık 2012 Perşembe

Ordan burdan...

Bugün yılın ilk karı yağdı (yağar gibi yaptı) ya tarihe not düşeyim hemmen dedim :)
Ve akabinde bir laf olsun postu gelmekte...
 
 Bu kim mi? Tabi ki ben :) Eylül'ün gözünden..Yalnız sinirli bir anımmış herhalde, saçlarım diken diken  ;)

 Lülü'nün kalemlerinden..Polisan Poliart Jumbo boy. En memnun kaldığımız boya kalemleri bunlar oldu. Hem çok güzel boyuyor, hem kolay açılıyor, hem de kolay kolay bitmiyor :) Tavsiye ederim...



 Bunlar da kalem kutusundan çıkanlar, en az 10 farklı marka var. Biz karı-koca zaten kırtasiye delisiydik, Eylül kalemlerle haşır neşir olmaya başlayınca daha da delirdik. Her bulduğumuz boya kaleminden 3er 5er alıp bir köşeye atmışız. Mutfak dolabından bile kutu kutu kuru boya, tamirat dolabından pastel boya çıkıyor. Bazıları o kadar kötü ki bir açmaya başlayınca kalem bitiveriyor!! Bazıları da fiyatına göre çok iyi performans sergiliyor :)

 Okulda resim yapmayı sever, boyamaktan nefret ederdim. Ama artık 7/24 boya yapıyorum yavruyla birlikte..Bu da boyamaktan sıkıldığım bir anın resmi..

 Olayların kahramanı Lülü, son dönem dadandığı dolap üstünde...

 Harflerle de tanışıyor yavaştan. Gerçi bazı harflere kendince estetik unsurlar eklemiş ama ;)

Ve kitabım. Dün mesai bitimine 10 dakika kala başlayabildim. Evde de Lülü fırsat vermedi, şimdilik yan tarafımda sıranın kendisine gelmesini beklemekte.
 
Laf olsun postu bitti, sabredip okuyanlara teşekkür ederim :)

Beyşehir Tarhanası



 
Bu uzun zamandır blogda yazmak istediğim Beyşehir Tarhanası. Bizde yapılan tarhanadan çok farklı, bir kere toz değil. Öncelikli tüketim şekli de kızartılarak akşamları meyve, kuruyemiş, çay yanında yenmesi. Çorbası da yapılabiliyormuş ama ben hiç denemedim.
(Maraşın da buna benzer bir tarhanası vardı yanılmıyorsam. Kekikli oluyordu, onun yemesi de zevkliydi çıtır çıtır ama midemi yakmıştı benim.)

 
(Alıntı)
 
Yapımı biraz zahmetli; buğday ve yoğurt temel malzemeler. Tercihe göre içine tereyağ ve margarin de koyulabiliyormuş (ki bence yağ ürünün raf ömrünü kısaltırken, okside olup tadını da bozar). Elde edilen karışımın topaklanmaması ve dibinin tutmaması önemliymiş. Daha sonra dinlendirilen hamurdan küçük daireler hazırlanıyor, bu aşamada da artık makinalar kullanılıyormuş. Ve benim şahit olabildiğim kısımda sıra; kurutma. Yaz sonunda Beyşehirde bütün ara sokaklar kapatılır ve evde hazır bulundurulan kamış sergiler üzerine tarhana yayılıp kurutulur. Evet yolda, dışarıda. Önce ne yaptıklarını anlayamadık, sonra adına tarhana denilen yuvarlaklarla tanıştık. Tadına bakmak için de bir sene bekledik. İşin ilginci burada hemen hemen her evin geniş terasları varken ısrarla yolda kurutuyorlar. Bir iki gün sürüyor kurutma işi.
 
Tarhana yağda, fırında, tost makinasında ya da (bence en kolayı olan) ekmek kızartma makinasında kızartılarak tüketiliyor. Yanına en çok ceviz yakışıyor.
 
Tabi her önüne gelenden alınıp yenebilecek bir ürün değil. Hem yapım şartları, hem de içine ne konduğu önemli. Ben ilk tadına baktığımda yutamamamıştım, o kadar kötü gelmişti (muhtemelen onun yoğurdu bekletilmişti, içinde yağ konmuştu). Sonra bakıcımızın yaptığının tadına baktım ve beğendim. Artık ara sıra tarhana getirmesini istiyoruz, Eylül de severek yiyor. Yoğun buğday içerdiği için uzun süre tok tutuyor.
 Hafta sonu annemlere götürdüm tadına baksınlar diye, tek lokma alan yüzünü buruşturdu :) Annem "ne gereksiz bir şey, niye yapmışlar bunu?" dedi :)
 
Diyeceğim o ki; beyşehir tarhanası sevenin vazgeçemediği, özenle kolileyip taa Norveç'e kadar götürdüğü; aşina olmayanların ise çoğunlukla yüzünü buruşturduğu bir ürün...
 

 Bu da benim kızarttığım (ve hatta azcık yaktığım) hali :)

Konya'da pazarda da satılıyormuş. Bir gün güvenilir bir elden çıkmış tarhana görürseniz, bir deneyin derim :)

18 Aralık 2012 Salı

Tanrı Beni Görüyor Mu?

Murat Gülsoy gördüğü eğitimle kitaplarını şekillendiren bir yazar bence; bir mühendis gözüyle yazıları şekillendirip, psikolojik unsurlarla da derinlik katıyor. Ve ben kitaplarını okumaktan büyük bir zevk alıyorum.
 
 
 
Uzun bir aradan öykü kitabı okumanın verdiği hevesle, yazarın kelimelerle oynadığı oyun birleşince; " keşke kitap emanet olmasaydı, ben bunu geri vermeye kıyamam ki" düşüncesiyle bitirdim kitabı...
Kitabı tanımlamak da zor benim için, eminim işin eğitimini alanların bu tarz kitaplar için kullandığı tanımlar/sınıflar mevcuttur. Ben sadece hemen her cümlesini severek okuduğum için zorlukla seçtiğim bir kaç cümleyi aktarıp, bu kitabı muhakkak okuyun diyebilirim...
 
"Evcil oyunlara zorlanan çocuklar maskeli olur. Doğru demişsin. Şiirde yanlış olur mu hiç? Doğruluk değeri ölçülemeyen cümleye dize denmez mi zaten? Ah, bir zamanlar, sen, ben ve her konuştuğumuzu temize çeken puhukuşları. Nerdeler şimdi?"
 
"Başkalarını nasıl gördüğümü biliyor musun? Nerden bileceksin ki...İnsan sadece kendi gözüyle yanılır."
 
Konuşan Sözlük'ten;
(Uzak)
"Ne kadar uzaksa o kadar iyidir. Ne mi? Her şey. Hayal uzaklığın karesi ile ters orantılıdır."
 
(Ve)
Şeyleri bir araya getirdiğimde aralarında oluşan boşluğu küçültmek için uydurduğum bir sözcük 've'. Ben ve sen, dedektif ve katil..."
 


 
Bize Kuşdili Öğretildi adlı öykünün çok farklı bir tarzı vardı, tasarımı Sercan Şengül tarafından yapılmış.
 
 
Murat Gülsoy'un bu kitabını öyküseverlere, Sevgilinin Geciken Ölümünü de romanı tercih edenlere tavsiye ediyorum...

17 Aralık 2012 Pazartesi

Kütüphane Ganimetleri 2

Aldığım kitapları bugün kütüphaneye iade etmem gerekiyordu. Geçen haftanın iş yoğunluğu, haftasonu Antalya/Konya derken Murat Gülsoy'un kitabını daha bitiremedim, Eco'ya zaten sıra gelmedi. Eco-Prag Mezarlığı'nın biraz ağır geleceğini tahmin ederek sona bırakmıştım, "söz tekrar gelip seni alacağım" diyerek iade ettim. Yarım olan kitabımın da süresini uzattım.
Diğer ganimetlere gelince (bu sefer öğle arası gidebildiğim için koşar adım seçtim kitaplarımı, halbuki raflar dolu doluydu, geçen sefer görmediğim bir sürü kitap vardı ve hatta suratsız memure yerine sorduklarıma gülümseyerek cevap veren bir görevli beyefendi vardı)
Neyse şöyle bir "ortaya karışık" yaptık :)

 
Ateşböceği Yolu; kitapçılarda, internet sitelerinde ve bloglarda hep gözüme ilişen bir kitap,
 
İskender; artık sevmediğim E.Şafak'ın tantanası bol kitabı. Çıktığı dönem ısrarla almadım-okumadım. Hala da alıp para vermek istemiyorum. Bakalım nasıl bir kitap. ("Alıp okumam" düşüncesini " emanet alır okurum ama blogda yazmam" aşamasına getirdim ;))
 
Örümcek; eşimin seçimi...Ne kitabı ne de yazarını daha önce duymadım. Gerilim romanı olduğu için aldım, zaten Altın Kitaplar'dan da fazla bir beklentim yok. (Umarım beni yanıltır.)
 
Bol kitaplı bir hafta diliyorum...
 

14 Aralık 2012 Cuma

Ruh ve Yürek

Maeve Binchy kitapları benim için kolay okunan, okuyanı çok heyecanlanırmayıp şaşırtmayan, "yaşamak ne güzel" "sevdiklerinizin kıymetini bilin" vs mesajlarıyla son bulan, üst üst değil de arada bir okunması gereken kitaplardan...




Ruh ve Yürek de bu tanım dahilinde bir kitap. Bir hastane bünyesinde kurulan kalp kiliniği ve personelinin öykülerini okuyoruz, sıcak ve pozitif hikayeler olduğu için yorulmadan okunuyor. Tabi okumasanız da kahramanların mutlu olacağını tahmin edebileceğiniz için okuru heyecanlandırıp kendisine çekemiyor..
Bu arada Binchy'nin İtalyanca Aşk Başkadır'daki karakterleri Sinyora (Nora) ve Adian ile Quentins'in işkolik Brenda'sı da var bu kitapta..


Ağır kitaplardan bunaldığınız dönemlerde, tatilde-yolda rahatlıkla okunabilecek bir kitap. Bu amaçla herhangi bir Binchy kitanı tercih edilebilir..

 

12 Aralık 2012 Çarşamba

12.12.12.

Evet sadece bu tarihi boş geçmemek için yazıyorum :) Sırf bu rakamlar bir araya geldi diye yaşanacak güne dair bir beklentim yok tabii sadece yazması güzel, kolay ..Bugün farklı olarak nikah memurları ile sezeryan ekipleri yorulacak zannımca. Haa bir de bugün evlenen beylere "bu tarihte evleniyorsun, artık evlilik yıldönümünüzü hiiç unutmazsın" sorumluluğu yüklenecek..
 
Günü özetleyeyim o zaman;
Antalya'dan kendime bir Tess Gerritsen kitabı aldım, hevesle Rizzoli&Isless okumak istiyorum ama kütüphaneden aldığım kitapları bitirmeliyim..
Ha bir de Bath and Body Works'ten kendime vanilya kokulu (mağazadaki görevlinin tabiriyle "fırından yeni çıkmış sütlaç kokulu") bir losyon aldım ki o günden beri sürüp sürüp kokluyorum, resmen iştah açıyor..

(Ee ben bunu düzgün çekmiştim, neden takla attı ki? Kesin tarih yüzünden ;))
 
Eylül hayatımıza dahil olduğundan beri bir çok şeyi biz de onunla ilk kez yapıyoruz. Mesela hayatımızda ilk kez yılbaşı ağacı ve süsleri aldık..Yılbaşı ritüeli olmasa da odasına dekor yaptık :)
 

Kar küçük adımlarla yükseklerden iniyor. Sanırım bir iki haftaya kadar evimizin önüne kadar gelmiş olacak..


Düşündüm de galiba ben sabahları bencil oluyorum. Nasıl mı fark ettim?

Bu, bu sabah kendime hazırladığım bir damacana dolusu çay. Sabah kahvaltı sonrası çay keyfi yapmaya fırsatım olmayınca, küçük termosa doldurup işyerinde içtim. Ve nedense eşime içer misin diye sormadım bile..(Allahtan sabahları leyla gibi olduğu için elimde taşıdığım termosu bile görmedi, çayı içerken de gelmedi ;))

 Bu, dün öğleden sonra yaptığım kahve, bu sefer eşimi de düşünmüşüm :)

Vee bu da akşam hazırladığım meyve suyu. Artık annelik de işin içine girmiş ;)


Eveet 12.12.12. geyiği biter :)

Öğle yemeğinde ne yesem??
(Dukan tavuğu yedim :))
 

10 Aralık 2012 Pazartesi

Antalya 1 2 3...

Kar kendini göstermeden yollara düştük...
Ucuna bir gün izin ekleyip haftasonunu Antalya'ya ayırdık. Lülü sevincinden istediğimiz herşeyi yaptı ama karın ağrısı yüzünden gidişimiz biraz sıkıntılı oldu.


 Ucundan kıyısından gökkuşağı eşliğinde başladık yola..Karla karşılaşmayalım diye Isparta üzerinden gittik.


Isparta sonrası manzara harikaydı. Mecburi/keyfi derken ne çok mola verdik..


 Isparta-Antalya sınırı, yemek molası..Bu reyonu da silkeleyecektim ama Eylül'ün karın ağrılarından fırsat bulamadım.
 Yollar da dahil her yerde karşımıza bu mantarlar çıktı. Ben mantara karşı çok temkinli yaklaşırım, cesaret edemem. Bu sabah haberlerde de Tayfun Taliboğlu'nun Burdur'da yediği mantardan zehirlendiğini okuyunca, iyi ki denememişiz dedim.



 Ayşesiz yemek olmaz tabii :)

 Bir Antalya klasiği, taş atan Lülü..Kendisi denize girmek için de epey ısrar etti.

 Yine benekli-çizgili derken bir sürü taş topladık. Lülü boyayacak hepsini..Ayşe de çaktırmadan fotoğraf karesine girmiş, takla atıyor sanki :)


 Antalya'da en sevdiğim parklardan birisi Karaalioğlu Parkı...

 Parkın sevimlisi,
 Kediyi arayan bizim sevimli :)


 Orman Bölge Müdürlüğü kampüsü; eşimin çocukluğunun geçtiği, her bir meyve ağacının yerini eliyle koymuş gibi bulabildiği, çocuklar için şahane bir alan.



 Ve dönüş. Eylül, Ayşe, Pepee dergisi, uğur böcekleri vs..

Yolda yağmurla köşe kapmaca oynadık. Hiç sağanağa yakalanmadık ama bizden sonra şiddetli bir fırtına başlamış Antalya'da. Eve geldik, bir süre sonra burada da yağmur başladı, hala yağıyor..
 
Kış geliyor, gezmeye mecburen ara verecek, evde vakit geçirmenin yollarını bulacağız artık.
Güzel bir hafta diliyorum herkese..

4 Aralık 2012 Salı

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş

Saramago'nun düşünce süzgecinden geçmiş olan ölümle tanışıyoruz (Ve kesinlikle büyük harfle başlayan ölüm olmadığını belirteyim ki fincancı katırları ürkmesin...)




 
(Spoiler endişeniz olmasın, kitabın arka kapağında verilen detayın dışına çıkmayacağım)
Peki bizim bildiğimiz ölümden farkı ne?
Ölüm artık görevini bırakmıştır, artık kimse ölmemektedir. İşin anlaşılmasıyla sırasıyla şaşkınlık, sevinç ve kaos hakim olacaktır. Fakat bu yaşanan ölümsüzlük hep hayali kurulandan biraz farklıdır; insanlar yaşlanıp,  hastalıklara yakalanarak ya da bir kaza sonucu ölümün kıyısına kadar gelip orada kalmaktadır. Bir adım dahi atılamamaktadır. Yoksa atılabilir mi? Orasını da okuyup görün :)
 
Okuduğum her yeni kitapla Saramago hayranlığım artıyor. Kendine özgü yazım tarzı-diyalogları var, okur ile iletişim halinde ve zaman zaman giriştiği pazarlıklarla gülümsetiyor ya da sizi gafil avlıyor..
Yolda sokakta gördüğüm insanları bile çevirip Saramago okuyun diyesim geliyor :)
 
Kitap kapağını ilk gördüğüm anda çok beğenmiştim. Okuduğum sürede de kapağı inceleyip tebessüm etmekten geri duramadım. Ama kitap bitince kapağın gizemini de çözmüş oldum, yayınevini ( Turkuvaz Kitap) tebrik etmek lazım, harika bir seçim..
 
Saramago ile tanışmamış olanlar varsa bence vakit kaybetmesin. Ben ters bir seçimle Kabil'den başlamıştım okumaya, sonrasında Körlük'ü okudum. Kitaplar arasında bir konu sıralaması yok tabi ama her yeni kitabın benim için çok daha anlaşılır olduğunu fark ediyorum. Galiba Saramago'nun stiliyle tanılmak için Kabil zorlu  bir seçimdi.
 
Kütüphane ganimetlerindendi bu kitap, maalesef Kabil dışında başka Saramago kitabı yoktu. Ama kitapçılardan birisi istediğim ikinci el kitapları getirtebileceğini söyledi. Sevinçle listemi gözden geçirdim, Görmek başı çekecek.